Yılların getirdiği acılar mıydı? Yoksa biriken, sabreden güçlü insan örnekleri miydi?
Zor geçen endişe dolu gözler… Ha geldi ha gelecek… Ha çaldı ha çalacak… Bir zil sesi… Bir polis sireni… Çalan telefonlar… Ödenmemiş hesapların birer birer üstüne geldiği anlarda, ensende hissettiğin o tarifsiz rüzgarın sanki zamanla azalacağı ümidi olmasa… Yaşanılmazdı be…
Herkes doğar, büyür, ölür… İnsanlığın vazgeçilmez süreci… Elinde değil ki!
Ne doğduğun yeri seçebilir insan ne de öleceği mekanı… Hepsi bir anlık…
Elimizde bize kalan bir yaşam… İyi kötü, acı tatlı, basit zor… Bir yaşam…
Ve bu yaşam size en güzel armağanı sunar… Bu sunulan armağana bakmak, görebilmek de öyle kolay değildir. Bakıp da görememek… İşte en kötü yanı da budur… Bakın ve görün!
En güzel, en süslü paketlerle süslenmiş bezenmiş bu armağan “sevgi”dir. En küçük yapıtaşından başlayıp sonsuzluğa uzanan, uçsuz bucaksız bir alemdir sevgi…
Baharın gelişini sevinçle karşılayan bir papatyaya duyulan özlemdir sevgi…
Kışın yağan o küçük kar tanelerine dokunuştur sevgi…
Belki bir keman sesinin ürpertisidir içinizde hissedilen, belki de bir serçe sesidir…
Sevgisiz kalsa insan yaşayabilir miydi?
Yeni doğmuş bebeğin kokusunda, masumluğunda olmasa bu kadar yürekten olabilir miydik?
Son anlarını yaşayan bir kelebeğin çırpınışlarındaki çaresizlik gibi çırpına çırpına sevmek…
Ya da olur olmaz yerlerden çıkagelen o sevgiliye duyulan bir bağlılıkla sarılmak sevgiyle…
Hepsi yürek işi oysa…
Yüreğinde sevgisi olmayanlar ne yapsın?